The Guardian: “Özgürlükler aşınıyor”
12.06.2012
Türkiye’deki ifade özgürlüğüne ilişkin kaygıları yansıtan yabancı medyadaki haber ve yorumlar çoğalıyor. New Statesman dergisinin siyasi editörü ve Al Jazeera’daki “The Cafe” programının sunucusu Mehdi Hasan, İngiliz The Guardian’da yayınlanan makalesinde İstanbul’daki izlenimlerine dayanarak Türkiye’de “ifade özgürlüğü hakkının kaybolmakta olduğu”nu savundu. İşte Mehdi Hasan’ın ses getiren makalesi…
Halihazırda dünyada en fazla gazeteciyi hapiste tutan ülke hangisi? Çin Halk Cumhuriyeti mi? Hayır. İran mı? Yine yanıldınız. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na göre, bunlardan daha iç karartıcı olarak cevap, 100 kadar gazetecinin parmaklıklar ardında tutulduğu Türkiye Cumhuriyeti. Evet, bu doğru: Demokratik şekilde seçilmiş hükümetiyle modern, laik, Batı’ya dönük Türkiye, Çin ve İran’ın toplamından daha fazla basın mensubunu hapse attı. Ancak bu sadece basınla sınırlı değil –öğrenciler, akademisyenler, sanatçılar ve muhalif milletvekilleri de, Başbakan Tayip Erdoğan hükümeti ve onun ılımlı İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi AKP’ye karşı konuşma cesareti gösterdikleri için son dönemde hedef alındı.
İstanbul’da yeni bir korku iklimi hâkim. Geçen hafta İngilizce yayın yapan Al Jazeera için bir program sunmak üzere kenti ziyaret ettiğimde, gazetecilerin ifade özgürlüğünün kısıtlanması konusunda çekinerek konuştuklarına tanık oldum. Varışımızın üzerinden 24 saat geçmemişti ki, Al Jazeera’daki meslektaşlarımdan biri, çantasını karıştıran ve benim kâğıtlarımın altını üstüne getiren polis memurlarınca gözaltına alındı. Polisler, ülkenin “giderek otoriterleşen hükümeti”nden bahseden bir cümleye bağırarak tepki verdiler. Kim demiş Türkler ironi yapmaz diye?
AKP hükümetinin üyelerinden gelen basmakalıp cevap, Türkiye’nin sözde “bağımsız” yargısı üzerindeki baskı ve tehdidi sorumlu tutmaya dayalı. Ancak bu yeterli bir cevap değil. Başlangıç olarak, bakanlar yüksek profilli kişiler hakkındaki soruşturmalara müdahale etmekten çekinmiyor.
Nisan 2011’de Avrupa Konseyi’ndeki bir konuşmasında Erdoğan, meydan okuyan bir tavırla, araştırmacı gazeteci Ahmet Şık’ın tutuklanmasıyla ilgili yorum yaparken, Şık’ın o zamanlar basılmamış olan kitabını bombayla kıyaslamıştı: “Bomba kullanmak bir suç, ama bombanın yapıldığı malzemeleri kullanmak da suç.”
Bir de hükümetin medya kuruluşları üzerinde nüfuzunu kullanarak oluşturduğu perde arkası baskı söz konusu. İstanbul’daki Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan ve Kürt haklarıyla ilgili kampanyalar yürüten Mehmet Karlı, “İnsanlar Erdoğan‘ı açık açık eleştirmeye korkuyor. Tutuklanmayabilirler, fakat işlerini kaybederler” diyor.
Örneğin şubat ayında Milliyet gazetesi yazarı Nuray Mert, Başbakan tarafından eleştirildikten sonra açıkça dışlanması üzerine işinden kovuldu ve televizyon programı da yayından kaldırıldı. Geçen ay hükümet yanlısı Yeni Şafak gazetesinin muhafazakâr yazarlarından Ali Akel, Erdoğan’ın Kürt meselesini ele alışıyla ilgili eleştirel bir makale yazmaya cüret ettiği için işini kaybetti.
Ancak ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamalar, medyayla sınırlı kalmıyor.
Kanıt 1: Geçen hafta iki öğrenci, İstanbul’da bir mahkeme tarafından “terör örgütü üyeliğinden” sekiz yıl beş ay hapis cezasına mahkûm edildi, üçüncü bir öğrencinin ise terör propagandası yapmaktan parmaklıklar arkasında iki yıl iki ay geçirmesine hükmedildi. Oysa, Berna Yılmaz, Ferhat Tüzer ve Utku Aykar adlı öğrenciler, Mart 2010’da Erdoğan’ın katıldığı bir mitingde yalnızca “Parasız eğitim istiyoruz, alacağız” yazılı bir pankart açmıştı.
Kanıt 2: 1 haziranda, Türkiye’nin önde gelen piyanistlerinden Fazıl Say’ın, 11’inci yüzyıl İranlı şairlerinden Ömer Hayyam’a ait bir şiirden, İslam’ın cennet anlayışını ti’ye alan bazı dizeleri Twitter’da retweet etmesi üzerine, “halkın belli bir kesimince benimsenen dinî değerleri alenen aşağılamak”tan kendisine dava açıldı. Say’ın davası ekimde görülecek ve suçlu bulunduğu takdirde piyanist, 18 ay hapis cezasıyla karşı karşıya kalacak. Erdoğan’ın 1998 yılında İstanbul belediye başkanı iken provokatif bir şiir okuduğu için nasıl hapis cezası aldığını hatırlayan Türkler için ironi burada da sürüyor.
Geçen haziranda ikinci kez başbakan seçilen ve artık Kemal Atatürk’ten bu yana en güçlü Türk lider olarak görülen Erdoğan, eleştiriye karşı hoşgörüsüz bir kişi haline geldi ve ülke içindeki muhalefeti bastırmak konusunda kararlı görünüyor.
Erdoğan’ın başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına geçiş yapan Rusya liderinin izinden gitmeyi ve böylece Türkiye tarihinde en uzun süre görev yapan lider olmayı planladığına dair haberlere göndermede bulunan Karlı, Erdoğan için “Putinesk” diyor. “Evet, seçimleri kazanıyor” diye ekliyor Karlı, “fakat kendisine oy vermeyen ya da desteklemeyenlerin haklarına saygı duymuyor.”
Açık olalım: Erdoğan-öncesi dönemde Türkiye liberal demokrasinin nirvanaya ulaştığı bir ülke değildi. 1923 yılındaki kuruluşundan bu yana bu cumhuriyet, seçilmiş hükümetlere karşı yapılan üç askerî darbeye göğüs germek zorunda kaldı: 1960, 1971 ve 1980 yıllarında. AKP hükümeti, orduyu etkisiz bırakma konusunda başarılı olan ilk hükümet. Ve duyduğu paranoya, tümüyle gerekçesiz değil: 2008’de Türkiye Anayasa Mahkemesi, AKP’yi kapatmaktan bir oy farkla döndü ve 2010, 2011 yıllarında bir dizi hükümet karşıtı komplo planı ortaya çıktı.
AKP milletvekili Nursuna Memecan bana, “Hapisteki gazetecilerin sayısı beni de endişelendiriyor ama hepsi masum değiller. Birçoğu hükümete karşı komplo planlıyordu” dedi. Bu cümleler, onun parti liderinin sözlerinin bir yankısı. Erdoğan da ocak ayındaki bir konuşmasında, “Batılı ülkeler için bu problemi anlamak zor, zira onların darbe planlarına karışan veya destekleyen, darbe çağrısı yapan gazetecileri yok” açıklamasında bulunmuştu.
Belki de. Fakat AKP’nin temel ifade özgürlükleri konusunda muhalifler üzerindeki baskısı, tüm medeni normların ötesine geçmiş durumda. Memecan, “Türkiye’de ifade özgürlüğünü genişletmemiz gerek” itirafında bulunuyor.
Seçilmiş İslamcı partilerin elinden, iktidara gelme şansının alınmaması gerektiğini uzun süredir tartışan bizler, Erdoğan ve AKP’ye yönelik büyük umutlar besliyorduk. Ancak İstanbul’da gördüğüm, daha önümüzde uzun bir yol olduğu. Gerçek şu ki, Türkiye artık Tunus ve Mısır gibi Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin devrim sonrası dönemi için, kendi düzenini oturtana kadar bir model ya da örnek olamaz. Başka ülkelerde özgürlüğe ilham olabilmek için Türkiye hükümeti önce kendi evinde özgürlüğü garanti altına almalı.
Çeviren: Günay Hilal Aygün
Taraf
12.06.2012