Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Hukuki ve meşru bir mücadele

06.06.2013

Türkiye Yayıncılar Birliği “Düşünce ve İfade Özgürlüğü Onur Ödülü” alan avukat Fikret İlkiz, Türkiye’nin düşünce ve ifade özgürlüğünü koruyan değil, sınırlandıran bir ülke olduğunu söyledi. Fikret İlkiz’le, değer görüldüğü ödül kapsamında Taksim Gezi Parkı protestosuyla başlayan ve tüm yurda yayılan direnişi, düşünce ve ifade özgürlüğü üzerinden konuştuk.

– Gezi Parkı direnişinin Türkiye’ye bu kadar yayılmasını neye bağlıyorsunuz?
En önemli nedenlerinden biri de, insanların temel hak ve özgürlüklerini kullanmaya başlamasıdır. İfade özgürlüğü; sadece yazı yazmak ya da görüşlerini ifade etmek değil, ifade etme biçimi de dahil olmak üzere en önemli temel hak ve özgürlüktür. Devletin görevi bu hakka müdahale etmemek ve bu hakkı sağlamaktır. Türkiye’de olan ise bu hakka müdahaleden ibarettir ve bu müdahale çok sert bir müdahaledir. Bir ağaçla başlayan görüşleri ifade etme, giderek hak ve özgürlükler alanına yapılan müdahaleye karşı kullanılan bir hakkın ifadesi şekline dönüştü. Bu da bir mücadele biçimi.

‘Siyasal iktidarlar sınıfta kaldı’

– Eylemci gençlerle konuştuğumda Başbakan’ın sürekli olarak yaşamlarına ‘ayar çekme’ durumundan rahatsız olduklarını söylediler.
Problem şu, hiçbir siyasal iktidar hiç kimsenin yaşamına ayar çekemez, ayar çekmeye kalkarsanız gençler size ders verir. Bu dersi öğrenirseniz sınıf geçersiniz, öğrenemezseniz sınıfta kalırsınız. Bugünkü hükümetten bahsetmiyorum, siyasal iktidarlar sınıfta kalmıştır.

– Taksim’de duvarda kocaman ‘Korku imparatorluğu yıkıldı’ yazıyor. Korku ve özgürlük ilişkisini değerlendirir misiniz?
Dünya üzerinde yaşayan herkes çevrenin korunması dahil olmak üzere güvenli bir ortamda yaşamak ister, buna müdahale edildiği an ya da bunun tehlike altında olduğu hissedildiği andan itibaran kim müdahale ederse onunla mücadele eder. Bu mücadele hukukidir, meşrudur, doğru bir başkaldırı eylemidir. Türkiye, düşünce ve ifade özgürlüğünü koruyan değil, sınırlandıran bir ülkedir. Bu durum, siyasal iktidarların genlerine işlemiştir. Yazılardan, romanlardan korkarlar, kısacası yaşamdan korktukları için sınırlandırmaya çalışırlar.
Bütün toplumsal olaylar aslında parlamento dışı muhalefettir, o yüzden parlamento dışı muhalefetin çözüm yeri sokaktır ve sokak güzeldir. İnsanların bir konuyu yanlış anladığını hissediyorsanız o insanlara bilgi verip gün ışığında yönetimi sağlamak zorundasınız, azarlarsanız sizi azarlarlar onun için parlamento içi muhalefet ne kadar önemliyse, parlamento dışı muhalefete de o kadar önem vermeniz gerekir. Bu sizin demokrasi içerisinde insanların istediği bir hukuki düzeni sağlamak konusunda demokrat olduğunuzu gösterir aksi demokrasiye inanmadığınızı göstermez, kanıtlar!

– Bu direniş hukuka nasıl bir katkıda bulundu?
İnsancıl hukuku kabul etmek, direnişin bir hak olduğunu kabul eden bir hukukla yaşamak, temel insan hak ve özgürlüklerin korunması lazım. Sınırlandırılması değil.

– Peki özgürlüğün yandaşı olur mu?
İnsan hakları, hukuk ya da özgürlükler, insan yararına olan ortak paydada buluşmalıdır. Buna edebiyatı, mizahı ve hayata dair olan her şeyi koyabilirsiniz.

– Başbakan’ı her konuda her an ensemde hissetmekten çok rahatsızım. Hayatımıza, hayatıma sürekli bir müdahale gibi.. Bunun hukusal önlemi yok mu?
Temel haklarını korumaya çalışan insanların sürekli azarlanması bir gün isyana neden olur. “Benim kişilik haklarımı ihlal ediyorsunuz” dersiniz ve dava açarsınız. Türkiye’de yaşayan insanların böyle bir alışkanlığı yok.

Ceren Çıplak / Cumhuriyet
6.6.2013