Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Kitapta tanıtımın dozu kaçtı mı?

Elif Şafak’ın henüz piyasaya çıkmadan 165 bin ön siparişle bir rekora imza atan son romanı “İskender” (Doğan Kitap) dün raflardaki yerini aldı. Kitabın kapağında Elif Şafak’ın, erkek görünümündeki fotoğrafı yeni bir tartışma başlattı. Yazarın kahramanın kılığına girmesinin, okurun hayal dünyasına müdahale olduğunu savunanlar çıktı. Bu tip bir çalışmanın abartılmış bir promosyon şekli olduğu söylendi. Yine bu çalışmayla, yazarın kitabının önüne geçtiği ifade edildi.

Tartışmaya Radikal gazetesindeki köşesinden katılan Cüneyt Özdemir, Elif Şafak ve Orhan Pamuk gibi popüler yazarların kitapları çıktığında basına ‘çok sayıda’ röportaj vermesinin ‘ağır eleştirilere’ neden olduğunu hatırlattığı yazısında, zaten markalaşmış ve önceki başarısı bir sonraki kitabında benzer başarıyı vaat eden yazarları vurgulayarak
şu soruyu sordu: “İsim varken neden fotoğraf?”

Diğer yanda da İhsan Oktay Anar örneği gündeme geldi. 5 kitabıyla toplam 325 bin satış rakamını yakalayan Anar’ın hiçbir şekilde fotoğraf çektirmemesi, söyleşi vermemesi, kendi eserleriyle ilgili sessiz kalmayı tercih etmesi…

Bütün bu farklı görüşleri tartışmayı başlatan kitabın yazarı Elif Şafak, “İskender”in kapak tasarımının sahibi, edebiyat eleştirmenleri, iletişim ve PR dünyasının önde gelen isimlerine sorduk.

Elif Şafak:
“İskender”in kapağında okurları bir sürpriz bekliyor. Bunu tam olarak anlayabilmek için bir kere romanı okumak, hikâyeyi anlamak lazım. Uzaktan bakarak anlaşılabilecek bir şey değil. Romanda İskender en çok değişen karakter. Etrafındakileri en çok üzen, kıran, sonra derin pişmanlıklar yaşayan bir erkek. Ben bu romanı yazarken hep “İskender’i anlamak” derdindeydim. Bir kadın romancı için en zor sınavlardan biri. Adeta “anti-kahraman” olan bir erkek karakterin yerine kendini koyabilmek. Kapaktaki resim bence ben değilim. Ama tam olarak İskender de değil aslında. Bu daha ziyade, kalıpları kırmanın ve kendini bir başkasının yerine koyabilmenin resmi. Empatinin resmi. Yani tam da edebiyatın yapması gereken şeyin resmi…

Semih Gümüş (Edebiyat eleştirmeni):
Popüler  kültür ikonu olmak bir seçim. Bugün, bir edebiyat yapıtı, özellikle roman, artık aynı zamanda bir ticaret ürünü. Dolayısıyla dileyen yazar, kitabının satış kampanyasının parçası olmak isteyebilir. Çünkü yazdığı romanın okurla doğal kesişme biçimleriyle yetinmiyor o. Kendisinin yeterince ünlü oluşu, kitabının zaten çok satacağı bilgisi de yetmiyor ona. Daha çoğunu istiyor. Kitabı için reklamcının istediği durumlar içinde de yer alır, kitabının kapağında popüler bir ikona da dönüşebilir. Tersi, yani hem edebiyat etiğini koruyup hem popüler kültürün dişlisi olamazsınız. Siz medyanın eline düşmeyi, popüler kültür ikonu olmayı, kitabınız okunmadan onu her yerde kendiniz açıklamayı seçebilirsiniz. Kişisel seçimlerdir bunlar. Ben karışmam!

Uğurcan Ataoğlu (Alametifarika Kurucu Ortağı, kapağın tasarımcısı):
Elif, kitabından bahsederken “Ben bu kitapta erkek oldum, ilk defa bir erkeğin ağzından yazıyorum” demişti. Bu cümle aklımda diğer konuştuklarımızın önüne geçti. Çünkü “Elif’ten nasıl bir erkek olurdu?” çok cazip bir soru. Böyle bir fotoğraf, oldukça çekici bir takdim şekli. Ne Elif’in ne de bir başka yazarın yazdıklarının, okuru nereye götüreceğini kapağın tasarımı belirleyemez. Kapağın görevi, okuyucunun dikkatini çekmek ve onu davet etmek. Görevi de orada bitiyor. Kapağın ardındakilerse sadece yazar ve okuru arasında mahrem bir yolculuk.

Sibel Asna (İletişim Danışmanı):
Önce çok okunan bir gazeteciye hafif provokatif bir röportaj verilecek, ardından bir – iki televizyon kanalı, bütçe varsa billboard kampanyası veya tam sayfa reklam, ardından kitap piyasaya… Bunları, bu çağda, olağan karşılamak gerekir diye düşünüyorum… Okurların neden rahatsız oldularını da anlayamıyorum. Pazarlama taktikleri her alana egemen olmadı mı? Adı en çok duyulanın peşinde değil mi bu toplum? Amalia Rodriguez Aspendos’ta 100 kişiye konser verdi bu ülkede. Bu rahatsızlığı, ikiyüzlü bir davranış olarak algılıyorum ben… Pazarlamanın farklı yöntemleri vardır kimi sesli, kimi
sessiz… Sonuçta bir “eser”den mi yoksa bir “ürün”den mi söz edildiğine, “zaman” ve toplum üzerinde bıraktığı “iz” karar verecek, belirleyici olacaktır.

Ömer Türkeş (Edebiyat eleştirmeni):
Sürekli görüntü veren, mizansen pozlar vermiş yazarlar okurların çok hoşuna gitmiyor; bu anlaşılır bir durumdur ama yine de yazılmış kitapla bu kampanyalar arasına bir ayrım koyalım. Önemli olan kitabın içindekiler. Adını doğru koymak lazım, ne olursa olsun burada ne edebiyat var, ne başka bir şey var. Bu bir ürünün satış tekniğidir. Ama son çözümde değeri zedeleyen bir şeydir. Reklam kampanyaları, kitabın popülerleşmesi motiflerinin düşünülmeye başlaması yazarın, kitabın önüne, edebiyatın önüne geçmesine neden oluyor. Tehlikeli olan budur.

Bülent Erkmen (Tasarımcı):
Kimi yazar yazdığının arkasına saklanır, yazdığını kendisinin önünde tutar, kimi yazar ise yazdığı ile yan yana olmak hatta yazdığının önünde durmak ister. İyi bir okur, yazılanı yazandan, yazarı yazdığından ayırır. Yazar ister kendini saklasın, ister kendini teşhir etsin, iyi bir okur yazıyla / yazılanla baş başa kalabilir, iyiyi ve kötüyü yazarın kendisiyle değil, yazarın yazdığı ile değerlendirir.

Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu (Bilgi Üni. İletişim Fakültesi Dekanı):
Bütün metinler, romanlar, öyküler, hatta gazete köşe yazıları bir bağlam içine doğarlar. Bu bağlam sürekli değişir, değişen bağlam yazılan/yazılacak yazıları değiştirir, yazılan yazılar döner bağlamı değiştirir… Bu döngü sürer gider. Elif Şafak elbette bu döngü içinde anlaşılmalıdır.  Bu bakımdan “romanın bu kadar promosyonu olmaz,” “yazar karakterinin kılığına girmez” vb. yargıların geçersiz olduğu bir çağdayız. Böyle düşünenlerin promosyonu yapılmamış eserlerin okuru olmalarını önersek? Önemli olan Elif Şafak sevenlerin Elif Şafak okumalarının önünde hiçbir engel olmamasıdır.

Milliyet Kültür Sanat Servisi
22 Temmuz 2011