Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

İfade Özgürlüğü ve Mecralarına Saygı Gösterilmeli

27.06. 2013

Basın ve kamuoyunun dikkatine,

Gezi Parkı eylemlerinin ardından düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı birçok endişe verici gelişme yaşanıyor. Bu gelişmeler Gezi Parkı eylemleriyle ilişkilendiriliyor olsalar da, aslında her biri ağır ve tamiri olanaksız trajik sonuçlarını doğurabilecek, tamamen bağımsız birer sorun olarak değerlendirilmesi gereken olaylardır ve şimdiden tarihimizde karanlık izler bırakmışlardır. Endişemiz, bu birkaç haftanın ürünü olan siyasi uygulamaların yurdumuz genelinde ve halkın üzerinde onarılması zor izler, yaralar bırakması, düşünce ve ifade özgürlüğü alanını iyice daraltmasıdır.

Ahmet Şık’ın da aralarında bulunduğu gazeteci ve yazarlar Gezi Parkı Direnişi’ni takip ederken polisin aşırı şiddetine uğradı, yaralandı. Görevlerini yapmaları engellendi. TV kanallarının canlı yayın yapan kameraları tahrip edildi. Birçok gazeteci, yazar ve şair gözaltına alındı.

Sanatçılar, yazarlar, gazeteciler Gezi Parkı Direnişi’ne destek verdikleri gerekçesi ile hedef gösteriliyor. Tiyatro sanatçısı Mehmet Ali Alabora ve BBC muhabiri Selin Girit açıkça hedef olarak gösterildiler. Sosyal medya aracılığıyla görüşlerini açıkladıkları için korkutulup, ölümle tehdit edildiler.

Gezi Parkı Direnişi’ni destekleyen sahne sanatçılarının TV dizilerinde, reklamlarda oynamalarının engellendiği, birçok gazetecinin işten atılmakla tehdit edildikleri haberleri geliyor.

Gezi Parkı Direnişi’ni canlı olarak yayınlayan televizyon kanallarına çeşitli gerekçelerle ağır para cezaları verildi, kapatılmakla tehdit edildiler.

Uluslararası medya, gazeteler, televizyon kanalları Gezi Parkı Direnişi’ni çok fazla haberleştirerek ya da canlı yayınlayarak içişlerimize karıştıkları gerekçesiyle hedef gösteriliyor, muhabirleri ajanlıkla suçlanıyor.

Sanatçıların, gazetecilerin yasalar dâhilinde yaptıklarını, işlerini, yaşamlarını sorgulamak, onları tehdit etmek hükümetin ya da kamu görevlilerinin işi değildir. Hükümetin ve kamu görevlilerinin basına yönelik tehditkâr, hedef gösteren tutumlarından vazgeçmelerini bekliyoruz.

Twitter ve Facebook gibi özgür iletişim ve haberleşme kanalları olan sosyal medya sitelerine yöneltilen saldırgan tutum gün geçtikçe daha da artmaktadır. Çeşitli baskı araçları, kanunlar, yönetmelikler kullanılarak sosyal medyayı kullanan vatandaşların bilgileri edinilmeye çalışılmaktadır. Twitter yoluyla haberleşen birçok kişi gözaltına alınmıştır. Sosyal medyadan haberleşmenin denetlenebilmesi ve engellenmesi amacıyla yasal düzenleme çalışmaları yapıldığı hükümet görevlilerince açıklanmıştır.
Gezi Parkı Direnişi’ne katıldıkları gerekçesiyle gözaltına alınanların evlerindeki kitaplar ve dergiler suç delili olarak toplanmaktadır.  Yasal olarak yayınlanmış kitap ve dergilerin suç delili olarak toplanması, savcılık sorgulamalarında kişilere bu kitap ve dergileri neden okuduklarının sorulması uluslararası hukukta da Türk hukukunda da benzerine rastlanmayan bir uygulamadır.

Tüm bu tavır ve eylemler demokrasinin temel ilkelerinden olan düşünce ve ifade özgürlüğü kavramlarına olduğu gibi, 1948 yılında yani bundan tam 64 yıl önce imzalanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin çok sayıda maddesine de aykırıdır. Hükümetin ve kamu görevlilerinin, halkın özgür ifade haklarına ve mecralarına saygı göstermelerini bekliyoruz, beklemeye devam edeceğiz.

Saygılarımızla,

Türkiye Yayıncılar Birliği

Since the Gezi Park protests, there have been many worrying strides towards the limitation of freedom of thought and expression. These strides, although said to be associated with the Gezi Park protests, are to be considered as totally independent events that may result in heavy, irreparable and tragic outcomes. They have already left deep scars in our history. We worry that the political implementations of the past few weeks may have left irreparable marks and wounds on our nation and people, while further constricting the channels of freedom of thought and expression.
Many journalist and authors, including Ahmet Şık, have been subject to violence and got injured in pursue of the Gezi Park Resistance. They were obstructed from doing their duty. TV channels’ cameras were destroyed during live broadcast. Numerous journalist, authors and poets were detained.
Artists, authors, journalists have been scapegoats on account of the fact that they have been supporting Gezi Park Resistance. Mehmet Ali Alabora, an actor, and Selin Girit, a reporter from BBC have been openly pointed as targets. They have been dismayed and threatened with death for expressing their point of view through social media.
Actors and actresses supporting Gezi Park Resistance are precluded from receiving roles in TV shows and commercials, while many journalists are being threatened to get fired.
TV channels that have showed the Gezi Park Resistance events in live broadcast have been fined large amounts on various grounds. They were threatened to be shut down.
International media, newspapers, TV channels have also been pointed as targets on the grounds of publishing news on or live broadcasting the Gezi Park Resistance. Their reporters are accused of being spies.
It is not the duty of the government or public officials to question the jobs, lives and the legal actions of artists and journalists, let alone threaten them. We are expecting the government and the public officials to stop threatening and pointing fingers at the media.
The aggression directed towards social media sites that are free channels of communication, such as twitter and facebook have been increasing each and every day. Personal information of the citizens that use social media have been attempted to be collected through various oppression tools, laws and regulations. Many that have been communicating through twitter have been taken into custody. Government officials have announced that legal regulations will be put into effect in order to control and restrain communication through social media.
Homes of those taken into custody have been searched; books and magazines were collected as criminal evidence. Collecting legally published books and magazines to be used as criminal evidence, asking the detained people during the prosecutorial interrogation their purpose for reading those books and magazines is a new kind of implementation both in the Turkish and international legal systems.
The mentioned manners and actions are not only against concepts of freedom of thought and expression, which are fundamental tenets of democracy, but also against several clauses of the Universal Declaration of Human Rights signed exactly 65 years ago, in 1948. We expect, and will go on expecting the government and public officials to respect people’s right to freedom of expression and the channels they choose to use.
Respectfully,
Turkish Publishers Association